Usule İlişkin Gereklilikler ve Uygulamada Karşılaşılan Zorluklar
Uluslararası bir tahkim yargılamasında başarıya ulaşmak çoğu zaman yoğun emek isteyen uzun süren bir sürecin sonunda mümkün olmaktadır. Ancak tahkim yargılamasında elde edilen bu başarı, tek başına alacağın tahsil edilebileceği anlamına gelmemektedir. Hakem kararı uyarınca aleyhine hüküm verilen tarafın Türkiye’de yerleşik olması veya Türkiye’de malvarlığı bulunması halinde, yabancı hakem kararının öncelikle Türk mahkemeleri tarafından tanınması ve tenfiz edilmesi gerekmektedir. Hakem kararı ancak bu şekilde tenfiz edildikten sonra bir yerel mahkeme ilamı ile aynı hukuki etkiye sahip olabilmekte ve Türk hukuku uyarınca bağlayıcı sonuçlar doğurabilmektedir.
Yabancı hakem kararlarının Türkiye’de tenfizi, açık kanuni hükümlerle düzenlenmekle birlikte, uygulamada katı usul şartları ve tartışmalı bazı sorunlar yargılamanın seyrini ve nihai sonucu önemli ölçüde etkileyebilmektedir.
I. Tenfiz Yargılamasının Usulü
Türkiye’de yabancı hakem kararlarının tenfizi, Türkiye’de 1992 yılında yürürlüğe giren Yabancı Hakem Kararlarının Tanınması ve İcrası Hakkındaki New York Sözleşmesi (“New York Sözleşmesi”) ve 27 Kasım 2007 tarih ve 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun (“MÖHUK”) ile düzenlenmektedir. New York Sözleşmesi, uluslararası çerçeveyi belirlerken; MÖHUK, Türk mahkemeleri tarafından uygulanacak özel usul kurallarını içermektedir. Söz konusu iki düzenleme birlikte, tenfiz koşullarını ortaya koymakta ve mahkemelerin hakem kararlarını incelemesinin usuli ve şeklî sınırlarını çizmektedir. Buna göre, ticari uyuşmazlıklardan doğan ve New York Sözleşmesi’ne taraf bir devlette verilen hakem kararları, Türkiye’de bu hükümler uyarınca tenfiz edilmektedir.
MÖHUK madde 60 uyarınca Türk mahkemelerinin yer bakımından yetkisi aşağıdaki şekilde belirlenmektedir:
- Yabancı hakem kararının tenfizi talepli dava, aleyhine tenfiz istenen kişinin yerleşim yeri veya mutat meskeninin olduğu yer asliye hukuk mahkemesinde ikame edilmelidir.
- Tenfiz talebinin yöneltildiği kişinin, Türkiye’de bir yerleşim yeri ya da mutat meskeni mevcut değilse, dava tenfize konu malvarlığının bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesinde ikam edilmelidir.
Hakem kararlarının tenfizine ilişkin yargılama, çekişmeli yargı işi olup basit yargılama usulüne göre davacı ve davalı arasında bir tur dilekçe teatisi ile ilerlemektedir. Bununla birlikte taraflar ek beyan ve belgeler sunabilmekte ve mahkeme kararından önce 2-3 duruşma yapılması söz konusu olabilmektedir. Yargılama sonunda mahkeme tenfiz talebini reddedebilmekte ya da talebi kabul edebilmektedir. Tenfize karar verilmesi hâlinde, yabancı hakem kararı Türkiye’de hukuken bağlayıcı ve icra edilebilir hâle gelmektedir. Buna karşılık, tenfiz talebinin reddi, hakem kararının kesin delil ve kesin hüküm etkileri dahil Türkiye’de icra edilememesi sonucunu doğurmaktadır.
Mahkemenin hakem kararını inceleme yetkisi, New York Sözleşmesi’nin V. Maddesi ve MÖHUK’un ilgili hükümleriyle kesin şekilde sınırlandırılmıştır. Türk mahkemelerinin uyuşmazlığın esasına ilişkin yeniden inceleme (revision au fond) yapmaları açıkça yasaklanmıştır. Türk mahkemelerinin inceleme yetkisi, usuli gerekliliklere uyulup uyulmadığı, tahkim anlaşmasının geçerliliği ve kamu düzenine aykırılık, tebligatın usulüne uygun yapılmadığı gibi sınırlı sayıda ret sebeplerinin bulunup bulunmadığının denetlenmesiyle sınırlıdır.
Tenfiz başvurusu Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde yapılmaktadır. Verilecek karar sırasıyla Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf ve ardından Yargıtay nezdinde temyiz edilebilmektedir. Bu üç kademeli süreç, Türkiye’deki hukuk yargılamasının olağan kanun yolu yapısını yansıtmaktadır. Önemle belirtmek gerekir ki, tüm kanun yolları tüketilmeden tenfiz kararı kesinleşmemekte ve hakem kararına dayanılarak icra takibi başlatılamamaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye’deki tenfiz usulü mahkeme merkezli, şeklî ve çok aşamalı bir yapıya sahiptir. Yargısal denetimin kapsamı dar olmakla birlikte, iki dereceli zorunlu kanun yolu aşamaları nedeniyle süreç zaman alıcı olabilmektedir.
II. Teminat Gösterme Yükümlülüğü
Türk usul hukuku uyarınca, yabancı uyruklu davacı dava açmadan önce yargılama giderlerine ilişkin teminat göstermekle yükümlü tutulabilmektedir. Teminat gösterme yükümlülüğü (cautio judicatum solvi) olarak adlandırılan bu kurum, davalıları yargılama giderlerinin tahsil edilememesi riskine karşı korumak için tasarlanmış usulî bir güvencedir. Türkiye’de yabancı taraflarca açılan tenfiz davalarında bu yükümlülük önemli bir ön mesele olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim MÖHUK’un 48. Maddesi uyarınca, yabancı davacının yabancı hakem kararının tenfizi için başvuru yaparken de teminat yatırması zorunludur.
Teminat gösterme yükümlülüğü zorunlu bir usul şartı niteliğindedir; hâkim teminat ihtiyacını re’sen (ex officio) değerlendirmektedir. Mahkeme, belirlenen teminatın gösterilmesi için davacıya uygun bir süre vermekte ve bunun gösterilmemesi hâlinde dava şartı yokluğu nedeniyle usulden ret kararı verilmektedir.
Türk hukukunda teminat gösterme yükümlülüğü için maktu bir tutar ya da belirli bir oran öngörülmemiştir. Hâkimler, Hukuk Muhakemeleri Kanunu uyarınca teminatın miktarını ve türünü belirleme konusunda takdir yetkisine sahiptir. Mahkemeler, teminat olarak uygulamada genellikle tenfiz edilecek kararın parasal değerinin %10’u ila %15’i arasında değişen bir nakdî teminat veya banka teminat mektubu talep edebilmektedir.
Bununla birlikte, MÖHUK’un 48. Maddesinin 2. Fıkrasında yabancılar için teminat yükümlülüğüne bir istisna getirilmiştir. Bu fıkra uyarınca mahkeme, karşılıklılık esasına dayanarak davacıyı teminat yükümlülüğünden muaf tutabilmektedir.
Karşılıklılık, milletlerarası bir sözleşmeye, kanuna veya fiilî uygulamaya dayanabilmektedir:[1]
- Sözleşmeye dayalı karşılıklılık, Türkiye ve ilgili yabancı devlet arasında teminat yükümlülüğünün kaldırılmasına ilişkin ikili veya çok taraflı bir sözleşme taraf olması durumudur. Örneğin, Türkiye çok sayıda devletle, birçoğu teminat gösterme yükümlülüğünden muafiyete ilişkin hükümler içeren ikili adli yardımlaşma sözleşmeleri akdetmiştir. Türkiye ayrıca teminat ödemesinden muafiyet sağlayan Hukuk Usulüne Dair Lahey Sözleşmesi’ne taraf devlettir.
- Kanuni karşılıklılık, yabancı devletin iç mevzuatının, Türk davacılara benzer muafiyetler tanıdığı durumlarda söz konusudur.
- Fiilî karşılıklılık, resmî bir sözleşme veya kanun olmasa bile yabancı devletin uygulamada Türk davacılara muafiyet tanıdığının biliniyor olmasıdır.
Tenfiz sürecinin başında, karşılıklılık muafiyetinin var olup olmadığının belirlenmesi ve bu hususun belgelendirilmesi, yargılama sürecindeki gecikmelerden veya davanın reddedilmesi riskinden kaçınmak için oldukça önem arz etmektedir.
III. Mahkeme Harçları
Tenfiz yargılamasında dikkate alınması gereken bir diğer husus ise mahkeme harçlarının hesaplanmasıdır. Zira harç konusunda yaşanan ihtilaflar, yargılamanın uzamasına ve ek başvurulara yol açabilmektedir. Türkiye’de hakem kararlarının tenfizi için, davacının dava için belirli bir miktar yargılama harcı ödemesi gerekmektedir. Bu harçların sabit mi yoksa nispi mi esas üzerinden hesaplanacağı ise uzun süredir tartışmalı bir konudur ve uygulamada önemli sonuçlar doğurmaktadır.
Geçmişte, Yargıtay daireleri arasında hakem kararlarının tenfizine ilişkin mahkeme harçlarının maktu harç esasına göre mi yoksa nispi harç esasına göre mi hesaplanması gerektiği konusunda çeşitli görüş ayrılıkları yaşanmıştır. Bazı daireler, tenfiz harcını kararın parasal değeri üzerinden nispi olarak hesaplamış.[2] Diğerleri ise, tenfizi esasa ilişkin bir uyuşmazlıktan ziyade usule ilişkin bir başvuru olarak değerlendirerek maktu harç uygulanması gerektiğini kabul etmiştir.[3]
Bununla birlikte, 2019 yılında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, yabancı hakem kararlarının tenfizi için nispi harç yerine maktu harç alınması gerektiğine hükmetmiştir.[4] Bu kararın ardından, Yargıtay dairelerinin çoğunluğu Yargıtay Genel Kurulu tarafından benimsenen maktu harç yaklaşımını[5] kabul etmiştir.[6]
Bununla birlikte, uygulamada, bazı ilk derece mahkemelerinin zaman zaman hâlâ nispi harçları uygulamaya yöneldiği örneklere de rastlanmaktadır. Bu durumda tarafların, söz konusu kararları istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurarak, ilgili kararları düzelttirmesi gerekmektedir. Hâkim yargı görüşü yabancı hakem kararlarının tenfizinde maktu harç uygulanmasını desteklese de nispi harç uygulayan mahkemelerle karşılaşma riski hala mevcuttur. Bu konuda ilk derece mahkemeleri arasındaki farklı uygulamalara ilişkin farkındalığa sahip olmak, tenfiz davasında kapsamlı başvurular hazırlanması ve yetkili mahkeme nezdinde sürecin dikkatle yürütülmesi, maktu harç uygulaması açısından lehe bir sonuç elde edilmesine katkı sağlayabilecektir.
IV. İhtiyati Haciz
Birçok tenfiz davasında, alacaklının başlıca endişesi, tenfiz kararının kesinleşmesinden önce borçlunun malvarlığını elden çıkarma/kaçırma riskidir. Türk hukuku, ihtiyati haciz olarak bilinen ve alacaklının icra takibinden önce veya icra takibi sırasında borçlunun malvarlığını güvence altına almasına olanak tanıyan koruyucu bir tedbir sağlamaktadır. Bu mekanizma, hakem kararının pratik değerinin korunması açısından kritik olmakla birlikte, tenfizi henüz kesinleşmemiş yabancı hakem kararları bağlamında uygulanabilirliği tartışmalı bir hukuki mesele olmaya devam etmektedir.
İhtiyati haciz, 9 Haziran 1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (“İİK”) ile düzenlenmektedir. İİK Madde 257/1 alacaklıya “muaccel alacaklar” için ihtiyati haciz talep etme imkânı tanımaktadır. İhtiyati haciz talebi, yabancı bir hakem kararı için tenfiz başvurusundan önce veya tenfiz davası ile birlikte ileri sürülebilmektedir.
İİK Madde 258/1 uyarınca, ihtiyati haciz talebi somut gerekçe ve delillere dayandırılması gerekmektedir. Bir iddianın kesin olarak ispatlanması gerekmemekle birlikte, alacağın makul derecede ispatlanması gerekmektedir. Bu da alacaklıların Türk hukuku kapsamında taleplerinin ilk incelemede (prima facie) geçerliliğini göstermelerini sağlayan delillerin sunulması anlamına gelmektedir.
Bununla birlikte, İİK Madde 257/1 kapsamında, tenfizi henüz kesinleşmemiş hakem kararları için ihtiyati haciz talep edilip edilemeyeceği hususunda doktrinde ve yargı kararlarında yeknesak bir görüş bulunmamaktadır. Ancak son dönemdeki içtihatlardaki eğilim, bu tür durumlarda ihtiyati haciz verilmesine imkân tanıma yönündedir.
Tartışmanın bir tarafı, tenfiz kesinleşmedikçe alacağın “muaccel” sayılamayacağını ileri sürmektedir.[7] Buna karşılık, aksi görüş ise, kararın icrası kesinleşmeden önce İİK 257/1 Maddesi uyarınca ihtiyati hacze izin verilmesinin daha hakkaniyete uygun olacağını savunmaktadır.[8]
Yargıtay’ın bu konuda istikrarlı bir içtihadı bulunmamakta, farklı daireler birbiriyle çelişen kararlar vermektedir. Örneğin, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi yabancı mahkeme tarafından verilen kararın icrasının kesinleşmemiş olması nedeniyle alacağın muaccel sayılamayacağına hükmetmiştir.[9] Buna karşılık, 6. Hukuk Dairesi bir kararında şu ifadelere yer vererek farklı bir yaklaşım benimsemiştir:[10]
Tenfiz kararının amacı, yabancı ülkelerde hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların Türkiye’de icra olunabilmesini sağlamaya yöneliktir. Buna göre yabancı mahkeme veya hakem heyeti tarafından verilen bir kararla tespit edilen alacak hakkında tedbir niteliğinde bulunan ihtiyati hacze karar verilmesi için yabancı kararın tenfizi koşulunun aranmasına gerek bulunmamaktadır. Çünkü ihtiyati haciz kararı ile sadece borçlunun mal ve haklarına geçici olarak el konulmaktadır.
Bu karar, tenfizi kesinleşmemiş hakem kararları bakımından ihtiyati haciz kararı verilmesinin önünde herhangi bir engel bulunmadığını, zira ihtiyati haczin kararın icrasını değil yalnızca teminat altına alınmasını sağladığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, Yargıtay’ın 11. ve 19. Hukuk Daireleri de benzer yönde kararlar vermiştir.[11] Son dönem ilk derece mahkemesi kararlarında da, tenfiz süreci henüz tamamlanmamış hakem kararları için ihtiyati haciz talebinin kabul edilmesi yönünde bir eğilim göze çarpmaktadır.[12]
V. Sonuç
Yabancı hakem kararlarının Türkiye’de tanınması ve tenfizi, esas itibarıyla New York Sözleşmesi ve MÖHUK’ta belirtilen açık ve sistematik bir çerçeveye tabidir. Bununla birlikte, uygulamadaki tecrübeler, usule ilişkin bazı konuların çeşitli seviyelerdeki mahkemeler, özellikle de farklı yargı çevrelerindeki yerel veya bölgesel mahkemeler tarafından farklı şekilde ele alınabileceğini göstermektedir.
Bu farklılıklara rağmen Yargıtay, farklı alt derece mahkemelerinin farklı uygulamalarını uyumlaştırmada merkezi bir rol üstlenmektedir. Yargıtay, kararları aracılığıyla, alt mahkeme uygulamalarının yeknesaklaştırılmasına, farklı daireler arasındaki çelişkili yorumların çözülmesine ve hem yerli hem de yabancı taraflar için hukuki güvenliğin temin edilmesine yardımcı olan yol gösterici ilkeler sunmaktadır. Sonuç olarak, zaman zaman usule ilişkin farklılıklar ortaya çıksa da Türkiye’deki tenfiz uygulaması giderek daha yeknesak ve öngörülebilir bir niteliğe kavuşmaktadır. Titiz dava yönetimi ve doğru bir yönlendirme ile yukarıda belirtilen zorlukların çoğu durumda aşılması mümkün hale gelmektedir.
[1] Bkz. Yargıtay 12. HD., E. 2014/28848, K. 2015/4079, 26.02.2015 tarihli kararı; Yargıtay 12. HD., E. 2012/16820, K. 2012/23886, 09.07.2012 tarihli kararı.
[2] Yargıtay 15. HD., E. 2016/935, K. 2016/1312, 01.03.2016 tarihli kararı.
[3] Yargıtay 11. HD., E. 2015/2117, K. 2015/8206, 12.06.2015 tarihli kararı.
[4] Yargıtay HGK, E. 2017/930, K. 2019/812, 27.06.2019 tarihli kararı.
[5] Yargıtay 11. HD., E. 2022/946, K. 2023/4365, 11.07.2023 tarihli kararı; Yargıtay 19. HD., E. 2019/2663, K. 2019/5237, 20.11.2019 tarihli kararı.
[6] Türk hukukunda, Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından verilen içtihadı birleştirme kararları hariç olmak üzere, Yargıtay’ın bir dairesi tarafından verilen kararlar teknik olarak Yargıtay’ın diğer daireleri veya alt mahkemeler için bağlayıcı değildir. Ancak uygulamada, özellikle Yargıtay kararları otorite kabul edilmekte ve genellikle alt mahkemeler tarafından takip edilmektedir.
[7] Cemal Şanlı, Emre Esen, İnci Ataman-Figanmeşe, Milletlerarası Özel Hukuk, Vedat Kitapçılık, 2016, s. 486-492.
[8] Zeynep Derya Tarman, “Yabancı Mahkeme ve Hakem Kararlarının Türkiye’de Tenfizinde Karşılaşılan Sorunlara İlişkin Bazı Tespitler”, Public and Private International Law Bulletin, 2017, s. 815-817.
[9] Yargıtay 15. HD., E. 2014/7100, K. 2015/365, 26.01.2015 tarihli kararı.
[10] Yargıtay 6. HD., E. 2014/3906, K. 2014/4941, 14.04.2014 tarihli kararı.
[11] Yargıtay 19. HD., E. 2004/9775, K. 2004/13391, 30.12.2004 tarihli kararı; Yargıtay 19. HD., E. 2009/7952, K. 2009/9703, 21.10.2009 tarihli kararı; Yargıtay 11. HD., E. 2004/4309, K. 2005/4022, 21.04.2005 tarihli kararı.
[12] Bkz, İstanbul BAM 14. HD., E. 2019/2410, K. 2020/158, 12.02.2020 tarihli kararı; İstanbul BAM 14. HD., E. 2023/1005, K. 2023/1015, 08.06.2023 tarihli kararı; İstanbul BAM 12. HD., E. 2021/1247, K. 2021/1225, 01.09.2021 tarihli kararı; İstanbul BAM 12. HD., E. 2023/269, K. 2023/252, 28.02.2023 tarihli kararı. Ayrıca bkz. Cemre Tüysüz, “Tenfiz Edilmemiş Yabancı Hakem Kararları Açısından İlamsız İcra Takiplerine ve İhtiyati Hacze İlişkin Bazı Meseleler”, Public and Private International Law Bulletin, 2021, s. 717.



